7 Ocak 2013 Pazartesi

"Biliyorsun Neden Öğretmiyorsun?"

                                                                          Sümer Atasözü



















Hititler ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden

Kitap biraz çocukça.Ancak Muazzez Hanım özellikle akademik dilden ve çevreden uzak; gençlerin Hititleri tanımasına yardımcı olacak bir kitap olsun istemiş.Bunun için de İştar'a bir günlük yazdırmış. İştar yakın arkadaşı Hatice Kızılyay'ın kızı.1958 yılında Boğazköy kazılarına kızını da götürdüğünü hatırlamış yazarımız ve kurguyu onun üzerine kurmuş.İştar yaz tatili boyunca annesinden ve kazıda çalışanlardan öğrendiklerini bize de aktarıyor.
Böylece sosyal yaşamı, yasaları, cezaları, saray entrikalarını, efsaneleri, büyüleri ve 3500 yıl öncesinden günümüze karışmış gelenekleri, bu rahat anlatımlı kitapta okuyabiliyoruz.
Bugün bile Anadolu’da adından söz ettiren bir kütüphanemiz yokken Hitit Sarayı kitaplığının anlatıldığı bölüm her kitap sever için  heyecan verici. Bende kitaptan bu bölümü olduğu gibi aktarmak istiyorum.
“Bugünümüz çok heyecanlı geçti. Çünkü, Hitit Sarayı'nın kitaplığının bir kısmı bulundu. İyi ki, kazıya gitmiştim. Tabletlerin arka arkaya çıkmaya başlaması herkesi şaşkına döndürdü. Kazıda bulunanlar,sevinçten neredeyse birbirine sarılacaktı. Taş, toprak yığıntıları arasında, tabletin birinin ucu görünüyor. O çıkarılmaya çalışılırken yanından biri, arkasından bir başkası kendini gösteriyordu. Sevinilmeyecek gibi değildi doğrusu. "Yine kitaplık bulundu!" dedikleri zaman ben de şaştım, nasıl anladılar diye. Yavaşça anneme sokulup sordum. O da bana üzerinde iki delik bulunan küçük bir tableti göstererek, "İşte kanıtı" dedi. Meğer o tabletçik, kitaplıktaki raflara konan belgelerin ne olduğunu bildiren bir tür etiketmiş. O,deliklerden ip geçirilip raflara asılırmış. Raflar yanmış, etiketler ve tabletler yerlere saçılmış. Onun gibi daha 6 etiket bulundu. Şimdi bu tabletlerde nelerin yazılı olduğu merakı başladı.
Annem tabletlerin birini alıyor, birini bırakıyor, bir taraftan da okumaya çalışıyordu.Aralarına toz, toprak ve çamur dolmuş yazıların okunması olanaksızdı. Akşama kadar güneş altında yanarak kazı yapanlar tabletleri çıkarmaya, bizler de çıkaranları ve çıkanları merakla izlemeye çalıştık. Akşam eve gelince, sanki büyük bir savaştan çıkmış gibi dinlenmek üzere kendimizi yerlere attık. Yemekte hep bulunan tabletlerden söz edildi. Ben konuşulanları yarı anlar yarı anlamaz dinliyordum. Beni öyle merak sarmıştı ki, odamıza bir an önce gidip annemden neler konuşulduğunu tam olarak öğrenmek istiyordum. Odaya girer girmez ilk sözüm, "Lütfen anne, bana şu Hitit Kütüphanesi'nden bilgi ver!" demek oldu.Annem bütün gün çok yoruluyor. Kazı yerine gidiyor, gitmediği zamanlarda kazıdan çıkan eserleri numaralıyor, onların buluntu yerlerini, ne olduklarını defterlere yazıyor. O yüzden genellikle onun dinlenme zamanı odamıza girince başlıyor. Yatağa uzanıyor ve benim merakla sorduğum sorulan yanıtlamaya çalışıyor. Onun uykusu gelinceye kadar onu dinliyor, sonra da aklımda kalanları unutmadan defterime geçirmeye çalışıyorum.Annem, "Kızım, yazı bilmek yeterli değil, yazılanları saklamak, onlardan başkalarının da yararlanmasını sağlamak gerek. İşte bundan 3 500 yıl önce Hititler, onlardan çok önce de Sumerliler yazdıkları belgeleri arşiv ve kitaplık olarak saklamayı bilmişler. Buna inanmak zor, ama görüyorsun çıkan tabletleri. Daha önce de binlercesi bulundu. Eğer onları saklamayıp atsalardı, böyle bulamazdık." 
"Ama anne! Mademki kilden yapılmış belgeler çürüyüp gitmiyor,o zaman nasıl olsa atılmışları da bulabilirdik" dedim.
Annem, "Olabilirdi. Buna örnek Sümer okullarında yazılıp da atılan alıştırma tabletlerinin bulunuşu. Çocukların yazdığı kargacık burgacık yazıları da saklayacak değillerdi ya! Onlar da atıldıkları yerlerde bulundu. İyi ki, bulundu! Onlardan da okullarda çocukların neler okuduklarını öğreniyoruz, o başka. Ama kitaplık olan yerlerde tabletleri bulduğumuz gibi, raflara konan etiketleri ve kataloglarını da buluyoruz" dedi.
"Ay bir de katalogları mı var?" diye şaşkınlıkla sordum.
"Evet kızım. Kütüphanede korunan tabletlerin konularını, o konunun kaç tablette yazılı olduğunu, yazanın adını kapsayan katalog dediğimiz listeler yapmışlar. Bu listelerde yazılı olanların bulunup bulunmadığı, zaman zaman kontrol edilmiş olduğu, 'bu tablet daha önce vardı, şimdi bulunamadı' şeklinde bu listelerde bildirilmiş olmasından anlaşılıyor. Bu listelerde yazılı konuların pek çoğu bulundu. Onlar da kitaplıkların varlığını kanıtlıyor" diye yanıtladı annem.Doğrusu şaşmamak elde değil. Binlerce yıl önce yaşayan insanlar hiç de düşündüğümüz gibi ilkel değillermiş. Onların attıkları temeller üzerine bugünkü uygarlık kurulmuş. Annemin anlattığına göre, yapılan bu kataloglarda, dinsel törenler, bayramlar, kral yıllıkları, krallıklar arası antlaşmalar, mektuplaşmalar, sihir metinleri gibi konularına göre ayrı ayrı gruplandırılmış bu belgeler. Bunlar arasında,efsaneler, hikâyeler gibi edebi olanlar da bulunmuş. Hatta daha önemlisi Mezopotamya'dan Gilgameş Destanı, anneye mektup gibi, Akadca, Sumerce yazılmış tabletler bile varmış. Bunlar o çağlarda kültür alışverişinin tam bir kanıtı. Kitaplık için yazılan tabletlerin en sonunda tabletteki konunun adı, konu bir tablete sığmamışsa kaçıncı tablet olduğu, yazıcının adı, babasının, bazen dedesinin, hatta dedesinin baba ismi bile yazılmış. Bu altyazılardan, kınlan veya bozulan bir tabletin yeniden yazıldığını, bazen bir çırak kâtibin, başkâtip denetimi altında onu yazdığı öğreniliyor. Bu yazıcılar veya kâtiplerin "başkâtip, kâtip, çırak kâtip" diye unvanları da varmış. Başkâtipler son derece değerlilermiş. Kral IV. Tuthaliya her nedense Hattuşa'dan sonra Tarhuntaşşa'yı başkent yaptığı zaman, Hattuşa'nın idaresini başyazıcı Mitannamuva'ya bırakmış. Ayrıca tahta tablet yazan yazıcılar da varmış. Metinlerin önce tahta tablete müsvedde olarak yazılıp, sonra kil tablete geçirildiği, bazı kataloglarda "tahta tablete göre düzenlenmiştir" diye yazılmasından anlaşılıyormuş.”

Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği

Sümerlerin Bereket ve Aşk Tanrıçası İnanna doğurganlığı ve bereketi simgelediği için erken dönem inanışlarında çok önemliydi. Kocası Çoban Tanrısı Dumuzi ile birleşmeleri baharda her yıl şenliklerle kutlanırdı. İnanışa göre tarlalar onların sayesinde ürün verir koyunlar onların sayesinde yavrulardı. Tabletlere göre o Sümer’in neşesiydi. Kadınlarda görmek istedikleri bütün özellikleri onun şahsında toplamışlar,ona tapmışlar ve şiirler yazarak ölümsüzleştirmişler. İnanna Hititlerde İştar Musevilerde Astarte olmuş. Sonraki dönemlerde ata erkil yaklaşımla güçlerini erkek tanrılara kaptırmış ona sadece güzellik ve aşk tanrıçalığı bahşedilmiş Yunan hikayelerinde Afrodit ve Roma'da Venüs adını almıştır.
Mabet fahişeliği Sümerden sonra Babilliler ve Asurluların aracılığı ile İsrail’e geçmiş.Bugünden bakınca garip gelen ancak dini bir rituel olarak kendini tanrılara hizmete adamış rahibelerin yaptığı kutsal bir görevi temsil ediyor.
Ön yargıdan uzak bir okumayla Mezopotamya Hikayeleri, Bereket kültü , Tevrat’a geçmiş efsaneler, Kutsal Evlenme ve Mabet Fahişeliği üzerine ilginç bilgilerin paylaşıldığı bir kitap hatta kitapçık diyebiliriz.

Gilgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman

Tarihin yazılı en eski destanı Uruk Kralı Gılgameş’in (Gılgamış) ölümsüzlük arayışının öyküsü 12 kil tablete Gılgameş’in yaşadığı çağdan yüzyıllar sonra Akad civi yazısı olarak kaydedilmiş. Bulunan tabletlerdeki kırıklar ve bozulmalar yüzünden metnin bir çok yerinde boşluklar varmış. Bundan dolayı şiir olarak okunması sıkıcı ve anlaşılması güç olacağını düşünen Muazzez Hanım bu metinleri öyküleştirerek yazmış.Çok da sürükleyici olmuş.
Uruk Kralı Gılgameş’i Sümerler kendinden çok üstün görmüş onun vücudunun üçte ikisinin Tanrı üçte birinin de insan olduğuna inanmışlar. Ölümsüzlüğü aradığı bu destanda aynı zamanda Büyük Tufan’dan da bahsedildiğini görüyoruz.
Kitaptan alıntı yaparak özetle tabletlerde neler yazıyor bir göz atalım;



Tablet I
Gılgameş’in çok bilgili olduğu,çok gezdiği Uruk duvarını yaptırdığı tapınakları onarttığı onları bir taşa yazdırttığı halka verdiği sıkıntı,Enkidu’nun kırlarda aratılışı,bir tapınak fahişesiyle karşılaştırılması, Gılgameş’in gördüğü rüyalar anlatılıyor.
Tablet II
Fahişenin Enkidu’yu insanlaştırması,uygarlaştırması şehre getirip Gılgameş ile karşılaşması,arkadaşlık etmeye başlamaları sedir ormanına gidip oradaki ejderhayı öldürme planı.
Tablet III
Ejderha öldürme planından halk özellikle yaşlılar endişeli .Gılgameş’in öleceğinden korkuluyor,caydırmak için uğraşılıyor.Enkidu’ya onu koruması öneriliyor.Annesi onu koruması için Güneş Tanrısı’na dualar ediyor.
Tablet IV
Gılgameş ve Enkidu yola çıkma hazırlıkları yapıyorlar.Güneş Tanrısı’na kendilerine yardım etmesi için yakarıyorlar.Yola çıkıyorlar.Yolda Gılgameş rüyalar görüyor.Onları Enkidu yorumluyor.Yolda bir ara Gılgameş bir ara Enkidu korkuyor.Birbirlerine cesaret vererek yollarına devam ediyorlar.
Tablet V
Sedir ormanlarına geliyorlar.Ormana yaklaştıklarında canavar geldiklerini fark ediyor.Gılgameş’i uyutuyor.Fakat Güneş Tanrısı’nın yardımıyla canavarı yakalıyorlar.O öldürmemeleri için yalvarsa da öldürüyorlar.Ormandan kestikleri ağacı Fırat üzerinden Uruk’a getiriyorlar.
Tablet VI
Uruk’a döndüklerinde Tanrıça İştar Gılgameş’e evlenmek istediğini söylüyor fakat kabul görmeyince Gök Boğasını Uruk’a saldırtıyor.Enkidu boğayı öldürüp kalçasını tanrıçaya fırlatıyor. Tanrıça ikisini de lanetliyor.Sarayda şenlikler yapıyorlar.
Tablet VII
Enkidu rüyasında cezalandırılacağını görüyor.Hastalanıyor.Onu kırlardan getirenlere lanetler yağdırıyor.Güneş Tanrısı onu sakinleştiriyor.Enkidu ölüyor.
Tablet VIII
Bu tablet çok kırık olduğundan çoğu satır okunamamış. Daha çok arkadaşın arkasından tutulan yas anlatılıyor. Gılgameş arkadaşı için bir heykel yaptırıyor.
Tablet IX
Gılgameş arkadaşının ölümünden sonra kendisinin de öleceğini düşünerek korkuya kapılıyor ve ölümsüzlü aramak için yollara düşüyor.Bir dağda akrep görünümünde insanlara rastlıyor.Onlar dağın kapısını Gılgameş’e açıyorlar ve o karanlıklar içinde yoluna devam ederek bir mücevher bahçesine geliyor.
Tablet X
Gılgameş yoluna devam ederek deniz kenarına ulaşıyor.Orada bulunan içki evini işleten kadınla karşılaşıyor. (Kadınlar o dönemde çalışıyor J) Ona ne aradığını soruyor.Kadın bundan vazgeçmesini kimsenin ölümsüzlüğü bulamadığını elinde olan günlerin tadını çıkarmasını söylüyor. Gılgameş’in ısrarı üzerine onu ilk ve son kez ölümsüzlüğü bulan adamın yanına götürecek kayıkçıyı gösteriyor.Kayıkçı Gılgameş’e kürekler hazırlattırıyor.Ölülerin götürüldüğü sudan geçerek Tanrıların cennetine Utanapiştim’in bulunduğu yere ulaşıyorlar.Gılgameş Utanapiştim’e başından geçenleri anlatıyor ve arkadaşı gibi ölmek istemediğini ölümsüz olmak istediğini söylüyor.Utanapiştim bunun mümkün olmadığını çünkü ölümsüzlüğü ona Tanrıların verdiğini onların bir daha böyle bir şey yapmayacaklarını anlatmaya çalışıyor.
Tablet XI ( En iyi korunmuş tablet olarak belirtilmiş kitapta)
Utanapiştim Gılgameş’e ölümsüzlüğü nasıl bulduğunu anlatıyor. Tanrılar toplantılarında bir tufan yapıp bütün yaratıklarını ortadan kaldırmaya karar veriyorlar.Bilgelik Tanrısı ona durumu bildirip bir gemi yaparak ailesini ve mümkün olanları kurtarmasını söylüyor.Utanapiştim söylenenleri yapıyor.Tufan başlıyor.6 gün 7 gece sürüyor.Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor.Tufana karar veren tanrı yaptığı suça karşılık Utanapiştim’e ölümsüzlüğü veriyor.Gılgameş’e 7 gün uykusuz kalma testi yapılıyor.Başaramayınca çok üzülen Gılgameş’e eli boş gitmesin diye denizin altındaki gençlik otuyla gençleşebileceğini söylüyor.Gılgameş otu buluyor fakat onu da bir yılan yiyor. Hayal kırıklığına uğramış Gılgameş büyük bir üzüntüyle şehrine geri dönüyor.
Tablet XII
Bu tablette yazılanlar destana ait değil. Gılgameş,Enkidu ve Yer altı dünyasına ait ayrı bir öyküyü anlatıyor.
Ölümle ilgili bu hikayeler büyük ihtimalle Yunan mitolojisini de etkilemiş.Okurken yer altı dünyasından her an Hades çıkacakmış gibi hissediyorsunuz.
Bu destandaki pek çok şey aslında sonraki dönemlerde karşımıza çıkıyor. Tufan’ın kutsal kitaplara geçmesi, bir gemi yapılması, Yunan mitolojisinde ölülerin götürüldüğü sudan geçen kayıkçı, Lokman Hekim’in ölümsüzlük otu gibi bize tanıdık hikayelerin ilk defa MÖ 7. Yüzyılda Asur Kralı Asurbanipal tarafından derlettirildiğini öğrenmek çok ilginç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder